Kibrin Zehri: Bin Parça Ahmet Paşa’nın Trajedisi

Yazar: Sevim Varlık

Ahmet Paşa, 1590’lı yıllarda İstanbul’da bir sipahinin oğlu olarak dünyaya gelmişti. Herhangi bir eğitim almamasına rağmen erken yaşlardan beri çok hızlı ve güzel bir şekilde yazı yazmakta idi. Bu yeteneğinden dolayı küçük yaşlarda maliye kalemliğine girdi. 40’lı yaşlara kadar bu görevde kaldıktan sonra bir basamak yükselerek tezkireci oldu. Ancak Ahmet Paşa çok hırslı biriydi ve devlet içinde yükselmek için aceleci davranıyordu. Sadrazam Sultanzade Mehmet Paşa’ya rüşvet vererek önce mevkufatçı, sonra da defter emini oldu. Birkaç yıl içinde vezirlik rütbesi ile defterdarlığa getirildi. Ancak  kibri, çoktan ruhuna işlemişti. Gözü asla doymuyordu. Yükseldikçe yükselmek istiyordu. Söylenti bu ya, Padişah Deli İbrahim’e rüşvet vererek kendini sadrazam olarak ilan ettirmişti. Sultan İbrahim’in henüz iki yaşında olan kızı Beyhan Sultan ile sözlenerek Osmanlı ailesine damat olmuştu.

Ahmet Paşa, 1647’de göreve geldiğinde Osmanlı, Venedik ile savaş halindeydi. Venedikliler 60 gemilik filoyla Çanakkale Boğazı’nı kapatmış, Osmanlı donanmasının çıkışına izin vermiyorlardı. Aynı zamanda Girit ve Bosna’ya saldırıyorlardı. Ahmet Paşa; çeşitli entrikalarla elde ettiği sadrazamlık makamını kaybetmemek için buralardan gelen kötü haberleri Sultan İbrahim’e söylemiyordu. Havadisleri iletmek için gelen paşalara ise iftiralar atıyordu. Sultan I. İbrahim, Ahmet Paşa’ya çok fazla güveniyordu. Bir gün padişahın haremindeki cariyelerden biri, bir masal anlatmıştı. Rivayete göre sarayın her yerini samur kürküyle kaplarsa padişah ölümsüz olacaktı. Bu masala inanan Sultan I. İbrahim bütün samur kürkleri satın aldırmıştı. Bunu duyan Ahmet Paşa hiç durur mu? Tabii ki durmaz. Hemen halktan “samur vergisi” adı altında bir vergi almaya başlamıştı. Padişahın gözüne girip şüpheleri azaltmak isteyen Ahmet Paşa, değerli ve birbirinden süslü taşlarla döşeli bir saltanat kayığı yaptırıyordu. Aynı zamanda devletin önemli kademelerini açık arttırma ile satarak, servetine servet katıyordu. Elbette bu yönetim yeniçerilerden tepki görmeye başlamıştı. Yeniçeri Ağası Kara Murat Ağa, sadrazama gözdağı vermek için bir mektup yolladı. Mektubu alan Ahmet Paşa ise hemen planlarına başladı. Bütün yeniçeri ağalarını oğlunun düğününe davet etmişti. Asıl niyeti bu düğüne gelen ağaları topluca öldürmekti. Bu haber Kara Murat Ağa’ya sızdırıldı. Ağalar, bu büyük tuzaktan son anda kurtulmuşlardı. Artık iki tarafta da kılıçlar çekildi. Sipahiler ve yeniçeriler kazan kaldırdı. Ahmet Paşa’nın kellesini istediklerini padişaha bildirdiler. Padişah ise çok sevdiği ve damadı olan Ahmet Paşa’yı isyancılara vermek istemeyince isyan iyice büyüdü. İsyan sonucu I. İbrahim devrildi ve saltanatını kaybetti. Ahmet Paşa artık tamamen yalnızdı. Kılık değiştirerek tanıdıklarının kapısını çaldı. Yaptıklarından dolayı artık kimse onu istemiyordu. Son anda Hacı Behram isimli bir tanıdığına sığındı. Ahmet Paşa’nın yeri, yeniçerilere çoktan ihbar edilmişti. Ahmet Paşa yakalanarak şeyhülislam fetvasıyla idam edildi. Tarihçi Reşat Ekrem Koçu, “Tarihimizdeki Garip Vakalar” isimli kitabında olanları şu şekilde anlatıyor;

“Kendisinin yeniçeri ocağı ağaları ile iyi geçinmemesi, hatta ocak ağalarına karşı bir suikast düzenlemesi, İstanbul’da bir askeri hükümet darbesine sebep olmuş, Sadrazam idam edilmiş, padişah da evvela tahttan indirilip birkaç gün sonra boğdurulmuştu. Ahmet Paşa şişman bir zattı. İdamından sonra cesedi ana doğması soyularak cellatlar tarafından bir hammal beygirine çaprazvari atılmış ve götürülüp Atmeydanı’na bırakılmıştı. İhtilalci yeniçerilerden birkaç hunhar fırsatı ganimet bilip cahil halkın batıl itikatlarından istifade ederek ‘insan yağı romatizma ağrı ve sızılarına devadır.’ diye Ahmet Paşa’nın etlerini lokma lokma doğrayarak beşer onar akçeye satmışlardı. İstanbul’da da, bu kadar korkunç, tüyler ürpertici devayı satın alarak kollarına, bacaklarına sürüp bağlayabilecek o kadar çok katı yürekli insan çıkmıştı ki, paşanın iri yapılı vücudu hemen bir iskelet halinde kalmıştı; ölümünden ve naaşının bu feci akıbetinden sonra kendisine Hazerpare yani Bin Parça Ahmet Paşa lakabı verilmişti.”